12 Aralık 2009 Cumartesi

AYRILIK, AŞK VE BANK

Uzun bir aradan sonra onu yeniden gördüm. Uzaktaydı. Aslnda yeniden gelerek sadık olduğunu kanıtladı duygularına. Zayıflamştı. Eskisi kadar bakmadığı kendine çok barizdi. İnsanolu bir başkası için nasıl bu kadar derbeder olabiliyordu insan? Ya da uğruna yıprandığı bir başkası mıydı gerçekten yoksa değersiz görülüp çöpe atılan, değer verilen tarafından, duygularımıydı? Onunda kafası karışıktı besbelli. ‘Hadi bir adım daha at bana doğru, gel de dertleşelim seninle. Tek şahidin benim yaşadıklarına bunu biliyorsun.’ Dedim usulca. Duymayacağını biliyordum beni. Ama düşündüğüm gibi oldu. Hissetti. Adımlarını bana doğru yöneltti. Sanki küçülmüştü. Ya da, hüzünden çöken omuzlarıydı onu böylesine küçük gösteren. Adımları gittikçe yaklaşıyordu bana. Duyabiliyordum sesini ayakkabılarının, yere vurdukça çıkan tedirgin tak tak larını. Tedirgindi, çünkü anılarıydım ben onun. Tedirgindi, çünkü sevinç yoktu bu defa yanında. Bu defa koluna hüzün girmişti. Mutluluk yoktu. Kahkaha, heyecan, kavuşmak ve aşk yoktu. Tedirgindi. Bir an vazgeçip geri döneceğini düşündüm. Ama yapmadı. Son defa uzun bir aradan sonra geldi taa yanıma kadar. Önce bakıp bir iç geçirdi. Derin, içini boşaltırcasına bir nefes aldı önce. Sanki içinde son kalan kırıntıları da yok ettiği resimler gibi dışarı atmak istiyordu.Aslında yağmurlu bir gün değildi en son onu gördüğümde. Alabildiğine açık, güneşin sarısıyla denizin mavisinin koyun koyuna olduğu mükemmel İstanbul günlerinden biriydi. Ne kadar yakışıyorlar birbirlerine die düşünmeden edememiştim o gün. Tıpkı sarı ve mavi gibi birbirinden kopmak istemeyen kenetli eller, çok uzaklarda kayboldu derken tam, birbirlerini bulabilen düşünceli ama huzur dolu bakışlar, utangaçlığın sebep olduğu tatlı sıcaklık...Sadece bir damla gözyaşıydı tüm bu mutluluğu bıçak gibi kesen. ‘Gözyaşı bu kadar acımasız mı?’ diye ilk defa o zaman düşünmüştüm. Gerçekten de gözyaşının bu kadar hain olduğu cevabını şimdi verebiliyorum aslında. Şimdi verebiliyorum çünkü, şu an ayakta durmuş öylece bana bakarken morarmış göz halkalarından, kızarmış göz akından gözyaşının ne kadar hain olduğunu somut bir şekilde görebiliyorum.‘ Hadi otur. Otur da dertleşelim.’ dedim, ‘ neden?’ dedi. ‘ o hiç uğramadı değil mi sana?’ dedi. Yalan söyleyemezdim. Uğramamıştı sahiden de ayrılığın anıldığı günden sonra. Ilık bir yağmur gibi gözyaşları süzülmeye başladı yorgun gözlerinden. Kim bilir kaçıncı defaydı bu? ‘ hadi gel otur şöyle.’ dedim yeniden. Beni duymuş gibi narin bacaklarını kırarak oturdu usulca. Herzamankı yerine, sol tarafıma, denizi boylu boyunca görecek şekilde. Aslında boş değildi sağ tarafım. Ayrılık oturuyordu orada da. Belki farkında değildi ama kolunu dolamıştı boynuna. Ayrılığın kolları rahat değildi. Bunu boynunu büküşünden, yüzünde oluşan belli belirsiz acı ifadelerinden anlıyordum.’ Hadi konuş’ dedim. ‘ dök içini bana rahatla. Dedimya tek şahidinim ben senin.’Konuşmadı. Sadece uzaklara baktı arada da sağ tarafıma. İç çekti bol bol. Gözyaşları düştü yanaklarıma ama aldırmadım. ‘Dök’ dedim içini durmadan. Ben söyledikçe o beni duyuyormuş gibi ağladı ayrılığın kollarında. Hiç durmadan, içini boşaltıp başını dik tutana kadar.‘Bugün gidiyorum ben. Çok eskimiş olduğumdan yeni banklar getirilecekmiş yerime. Eskimiş diyemiyorum ama kendime. Sadece artık omuzlarıma oturan misafirlerimin hikayeleri ağır demek istiyorum. O kadar çok hikayem var ki. İşte bu da senin hikayendi. Beni duyuyormusun? Heyyy?’ Duymadığını biliyorum. Uzaktan öylece bana bakıyor. Artık ağlamıyor ama. Galiba benimle birlikte anılarının da götürülmesine kırgın. Omuzlarıma oturduğu ilk günü hatırlıyorum da, ne kadar heyecanlı, neşeliydi. Oysa şimdi, sadece hüzün ve sitem görüyorum bakışlarında. Ayrılığın hediyesi bunlar aslında ona. ‘Bende bir hediye vermek isterdim sana, duymadığını biliyorum beni ama belki hissedersin. Ne de olsa tek şahidindim ben senin.’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder